29.07.2009

Sevilmek Hakkında



Böyle birisi bir şey söyler bazen , ya da bakar bir acayip, içimizde bir sıcaklık olur. Ne güzel lan deriz, bak bu beni seviyor, bana değer veriyor. İlla sevgiliden bahsetmiyorum, çocuğunuz, kediniz, köpeğiniz, çalışanınız, komşunuz , herkes olabilir. Sıradan bir insansanız sırıtır siz de onu seversiniz, ona değer verirsiniz. Ama sorular soran , irdeleyen, düşünen bir insansanız düşünürsünüz, bu benim neyimi seviyor acaba? Ne yaptım da bana böyle baktı ya da bunları söyledi? Çocuğunuz sizle oynayabildiği için, kediniz ya da köpeğiniz o an bir yemek verdiyseniz , komşunuz ne bileyim apartman kapısını açtığınız için size yapmıştır o jesti, sevgilinize bir hediye aldıysanız , ya da siz de karşılığında bir jest yaptıysanız gönderir size bu komplimanı. O zaman durun derim ben, biraz daha düşünün.

* Sizi bütün sevenler aslında sizi değil, sizin ona yaptıklarınızı mı seviyor?

*Bütün bu şeyleri yapmasanız da sizi gene sevecek midir?

*Sizin siz olmanız yeter mi birilerinin sizi sevmesi için?

Sorular birikir birikir. Bunlara zaten cevap verememişken daha önce sıradan birisi olduğunuz, ve bundan çok memmun olduğunuz bir ortamda, istemeden yaptığınız, aslında kendiniz olduğunuz için yaptığınız bir şeyden dolayı millet sizi seviverir. Hayır durun , yanılıyorsunuz, sevmeyin beni diye haykırmak istersiniz, ben daha beni sevenlerin niye sevdiğini bile anlamamışken yenilerini eklemeyin diye geçirirsiniz içinden ama artık çok geçtir.

Bu soruları sormak yetmez bir gün ve denemek istersiniz, acaba katışıksız bir sevgi varmıdır dersiniz kendinize.

Denersiniz de , Normal Şartlar Altında , yani 273 kelvin sıcaklık, atmosfer basıncının 1 atmosfer olduğu anda, sizi çok seven insanlara son defa bakıp şartları değiştirirsiniz. Sizin için bir şey farketmeyecektir zaten, o duygularla yaşayamazsınız bundan sonra belli. Bakalım yanılıyor muyum dersiniz, tüm kalbinizle yanılmak için dua edersiniz ama beklediğiniz maalesef olmayacaktır. Siz bir şeyleri geriye çektikçe, ya ta toptan her şeyi değiştirince göreceksiniz ki aslında bir balondan ibaretmiş bütün etrafınızı saran sevgi, ve maalesef bu balon plates balonu değil, seyyar tezgah balonuymuş, çabucak sönmüş.

İnsanın bir şeylere sahip olamamasından çok daha kötü bir şey varsa, sahip olduğu her şeyin aslında yalan olduğunu görmesidir.

Bir sabah kalkarsınız ve bir kaç hamlede bütün hayatınız birden değişiverir. Bunu yaparken aslında böyle olacağını ummazsınız, ama buharlaşan her şeyi gördükçe, ve daha da kötüsü, aslında sizin onları ne kadar çok sevdiğinizi gördükçe daha çok üzülürsünüz.

Düşünceler ve üzüntüler dayanılmaz olunca ve bunu durduramayacağınızı farkettiğinizde, aslında inanmadığınız Allah'a yalvarır, bir şey olsun artık düşünemeyeyim, hatırlayamayayım diye yalvarırsınız.

Yukarıdaki ironilerin tanrısı bu şeyi size hediye eder, sevineceğinizi sanırsınız ama hayır, kötü de olsa düşünmeyi sevdiğinizi farkedersiniz, ihtimalleri bile sevdiğinizi anlarsınız. Ama artık şimdi çok geçtir her şey için. Ama başvurabileceğiniz hiç bir yer yoktur artık.

Yalnızsınızdır,

Sevilmiyorsunuzdur.

Ama bitecektir.


23.07.2009

Yaz aşkının imkansızlığı hakkında...



Klişe kalıplara olan saygısızlığımız tüm hızıyla devam ediyor, kendimi bildim bileli böyleydim zaten. Ama kendimi bilmeye tam kaç yaşımda başladım onu bilmiyorum, yani kaç yaşında ya da kaç aylıkken birden durup, aha kendimi biliyorum dedim bunu bilmiyorum. Gerçi bu durumda bir paradoks oluşuyor ama önemsemiyorum şu anda.
Efendim klişemiz yaz aşkı. Yani yazın olunan aşk. Olayın duygusal yönünü bırakıp tamamen teknik olarak inceleyeceğiz bu olguyu.
Önce klasik aşk ile ilgili olan çiçek böcekleri inceleyelim sonra neoklasik tabir edeceğimiz sevişme dokunmaya geçeriz.
Şimdi sevgili dediğin ne ister, hediye ister. Arada ne alırız onlara, çiçek alırız.
Yazın peki hangi çiçekler doğal olarak yetişir. Ortanca gibi bir kaç gölge çiçeği dışında kaktüs gibi nerde lanet çiçek varsa yaz bitkisidir. Peki bunlar sevgiliye hediye edilir mi? Tabii ki edilmez. Ha gül, nergiz vs tarzı çiçekler almak istiyorsak mecburen kimyasallarla şişirilmiş, yazın üretilmiş çiçekleri tercih edeceğiz, yani kısaca söylemek gerekirse sevdiceğimize kanserojen koklatacağız. Bu mudur istediğiniz?
Çiçeği geçtik peki, takı incik boncuk. Bu maddeye hemen gülüyoruz , ivedelikle gülüyoruz. Yazın altın fiyatları ne oluyor biliyor musunuz siz? Geç geç geç..
Gelelim ikinci başlığa, fiziki temaslar.
Hangi aklı başında insan bu sıcaklarda kendisine dokunulmasını ister ki? Gece bile yatarken bacakları ayırıp yayılıp "hayat maximumda" reklamlarındaki gibi yatmıyor muyuz? Kendimize bile tahammülümüz yokken başkasına nasıl olsun?. Ben şahsen bu sıcakta bana dokunana, hele sarılana ana avrat düz gidiyor, gerekirse ufak bir fiske vurmaktan geri durmuyorum.
Gelelim can alıcı noktaya.
Sevişme faslı.
Balta sapı yutmuş gibi dümdüz misyoner pozisyonunda sevişenleri ayrı tutuyorum, şahsen benimkiler bir aksiyon filmini andırıyor, o yüzden o konuda konuşacağım ama yeri gelmişken misyoner pozisyonu da çok sıkıcıdır yazın. Çünkü terlersiniz ve terleriniz rakibinizin, aman ne rakibi, partnerinizin yüzüne gözüne damlar, tuzdan dolayı gözü yanan partneriniz olayın bütün tadını kaçırır, kah gözünü ovuşturarak , kah söylenerek sizin tadınızı tuzunuzu kaçırır. Tuzunuz zaten kaçmıştır karşınızdakinin gözüne neyse.
Hararetli bir sevişmeyi örnek alalım, adı üstünde hararetlidir. Bol bol ter demektir, bu da yanında bol bol kokuyu getirir. Zaten tek eşliyseniz sorun yok, hadi önce duşa girelim dersin halledersiniz. Ama barda tanıştığınız bir hatunu düşünün, barda zaten hoplanılıp zıplanılıp terlenmiş, içki de karışmış kana. Ateşli bir şekilde eve geliyorsunuz, üsttekileri panter gibi parçalıyorsunuz, dünyadaki bütün porno filmlerde yapıldığı gibi önce oral sex safhası olduğu için iniyorsunuz aşağıya ve süpriiiiz. Dakika bir gol bir. Alt taraf mutlaka kokuyordur, emin olun sizinki de kokacaktır, o kokuyu bir kere teneffüs ettiniz mi zaten karşınızdaki dünyanın en ateşli hatunu olsa da bitsin artık diye görev icabı yapacaksınız o işi. Bu da ne kadar zevk verir, ne kadar samimidir siz karar verin. Al işte sana yazın sevişme dediğin.
Gördüğünüz gibi yazın bu sıcaklarda ilişkiye başlayıp bir yerlere gelebilmek teknik olarak imkansızdır. İstisnalar olabilir tabii ama sonuç olarak yazın oturun oturduğunuz yerde.

21.07.2009

Atletle gezen erkekler hakkında...(Deneysel)



Deneyin Konusu: Atletle gezen erkeklerin iç dünyasını anlamaya çalışmak.
Deneyin amacı:Empati yaparak önyargı ve önceden öğrenilen bilgilerle değil olayın içine girerek , bilimsel metodlar kullanarak yerinde teşhisi sağlamak. Atletle gezi sırasında iç dünyanın yanı sıra dış etkenleri ve bunun söz konusu erkekle etkileşimini incelemek.
Deney mekanı ve zamanı: Evden dört blok ötedeki bakkala gidip konsepte uygun olarak bira ve sigara almak, bunun için kalabalık bir cadde seçilir ve ayrıntılara dikkat edilir. Akşam 9 suları kalabalık için uygundur.
Deney için gerekli malzemeler: Bir adet pamuklu beyaz slip atlet (iç çamaşırı dolabından uygun olan seçilir).
Bir adet Türk erkeği. (elin erkeğine rica etmek yerine kendimizi kullandık)
Bira ve sigaraya yetecek kadar para (cüzdandan temin edilir)
Atleti tamamlayacak aksesuarlar. (Şort, şıpıdık terlik)
Deney Notları:
1- Evden çıkış:
Bir süre tereddüt ettikten sonra şansıma apartmanda kimseyle karşılaşmadan asansörü kullanmadan dışarıya çıktım. Herhangi bir evden çıkıştan farkı yoktu ama çok gergindim. Dışarıya çıkar çıkmaz omuzlarıma vuran serinlik beni biraz olsun rahatlattı, üzerinizde gömlek varken hissedemeyeceğiniz bir şey. Caddeye yaklaşık 50 metre mesafe var. Burası karanlık olduğu için kimse benimle ilgilenmiyor gibi geliyor, terliklerin şıpıdık kuvvetini de eklememe rağmen geçen bir kaç kişi de bana bakmadı. Yoluma devam ediyorum.
2- İnsanlar:
Caddeye çıktığımda çok büyük ilgi göreceğimi sandım ama tahminim aksine herhangi bir kıyafetle imişim gibi davranıyor herkes, bunun sağladığı rahatlık da cabası.
Bakkal dükkanına girdim orada da bir fark yok. Siparişimi hazırladı verdi, iyi akşamlar abi dedi, hmm abi demezdi bu bana , atletin ilk farkı şu anda ortaya çıktı. Abi oldum.
3- Geri dönüş yolu
Bir kaç kızla göz göze geldik ama kıyafetten dolayı hemen kafalarını çevirdiler. Bu da not alınası bir değişiklik, önceden süzerlerdi beni. Acaba kafalarında çıplakken bu herif nasıl olur diye düşünüyorlar mı normalde? Öyle olsaydı soyundukça ilginin artması gerekirdi. Kız ilgisinde gözle görülür azalma not ettim.
Sonuç: Onları her yerde görebiliriz, atletli erkekler (atleticus sapien) . Bazen bir arabanın direksiyonunda , bazen caddede karşımıza çıkarlar. Herhangi birine fikrini sorsak "ıyy kıro" diyeceklerdir, ama anlaşılan o ki aslında kafamızdaki olguya bizim tepkimiz.
Sokakta herhangi bir tepki ya da aşağılayıcı bakışla karşılaşmadım. Belki de bu insanlardan çok fazla olduğundan kanıksamışız bu olayı. Beyin-Göz ikilisinin alıştığı, garipsemediği bu olayı Beyin-Dil ikilisi nedense çok garipsiyor ve atletle dışarı çıkmak muazzam bir görgüsüzlük ve abes bir olay gibi anlatıyor.
Tüm artıları eksileri bir kefeye koyarsak atletme ve terlikle gezmenin inanılmaz bir rahatlığı var. Denemediyseniz deneyin derim...

18.07.2009

Düğünler ve Kolbastı hakkında....



Bu aslında muhteşem bir dönüşümün hikayesidir. Kafka falan boşuna tırmalamış, gerek yok okumayın sakın. Yabancılaşma, uzaklaşma vb gibi şeyleri iliklerinize kadar hissetmek istiyorsanız size en yakın düğün salonuna gidiniz.
Bakın şimdi;
Muhtemel kız tarafı senaryosu:
Kızımızı anlatan renk pembedir. Şiirleri çok sever , renkli kartpostallara yazılmışlarına hele bayılır. Hatta bir blog açarsa blogu da böyle şeylerle doldurur. Aşk ve evlilik konusunda hardcore denecek kadar pembe bir dünyası vardır. Bayılır e-postasına forward ile gelen yumuşacık maillere, beğendiklerini saklar. Erkekler ve kadınlar hakkında yazılmış , onları kıyaslayan binlerce yazının her bir tanesine bayılır. Hayal dünyasında yaşar, belki çalışır belki çalışmaz ama etrafındaki insanları beni anlayabilen ve beni anlayamayanlar olarak sınıflandırır. Bu yüzden bir kaç romantik şiir ezberlemiş birisinin bunu kandırması çok kolaydır, ve bir gün kandırır da. Mutlu hayaller ile evlilik dünyasına adım atmaya karar vermiştir.
Ve şimdi,
Muhtemel erkek tarafı senaryosu:
O artık bir işte çalışmakta, askerliğini yapmış tam bir erkek olmuştur. Önce internette tanışma sitelerinde şansını dener ama bir türlü bir balık düşüremez ağına. Sonra av sahasını genişletir, okey sitelerinden tutun da teknik destek forumlarında bile boy gösterip karı kız peşinde koşturur durur.
Gerçek hayatında ise delikanlılığına toz kondurmamak çok önemlidir, namusu için yaşar, delikanlıyım lan ben diye naralar atarak her türlü kavgaya girebilir. Delikanlılığına yakışacak şekilde, temiz , eline erkek eli değmemiş kız bulup evlenme derdine düşer bir süre sonra. Haberler salınır, dengi dengine çalan davulun gereği yapılır ve bir kısmet bulunur.

Ve benim anlamadığım nokta:
Bu şimdi romantik prenses kız o düğün gecesinde ne yaşar da, müzik çaldığı anda kolbastının nağmeleri eşliğinde kendini piste salar.
O şimdi delikanlı erkek, nasıl bir kimyasal tepkime yaşar ki içinde, kıçını geriye doğru çıkartarak ellerini spastikler gibi yaparak , piste herkesten önce çıkar, nasıl savurur kıçını bir tarafa, başını bir tarafa?
Hayat bir varolma çabasıdır. Başkalarının sizi var ettiği kadar varsınızdır. Bu yüzde gruplar var, dinler var, siyasi örgütler var, aileler var. Bunların hepsi varoluş çabasının getirileridir.
Peki kolbastı nedir?
Bu nasıl bir iğrençliktir?
Bütün Türkiye birden nasıl öğrendi kolbastı yapmasını, ne ara bunu hip hop ile sentezledik, bunun bu kadar hızlı olması normal midir?
Tam hayatı ucundan kıyısından anlamaya başlamıştım ki, bu hoptek akımı nereden çıktı?
Ben hiç bir zaman uyamayacak mıyım dünyaya???

11.07.2009

Kadınlar ve Alkol Hakkında



-Bak kızım, evde 40 tane rakı bardağı olabilir , tamam, ama ben o bardakla içebiliyordum sadece,
-Ya canım sevgilim hepsi rakı bardağı değil mi? Ne farkeder?
-Balkaymağım benim, hepsi aynı madem sence, neden özellikle gittin o bardağı kırdın?
-Ya ne bileyim ben onu sevdiğini.
-Tahinpekmezim benim, hiç dikkatini çekmedi mi aynı bardağı kullandığım , bu nasıl iş ya??
-Anısı var galiba bardağın, kim hediye etti acaba??.
-Dondurmalı künefem benim, kim hediye edebilir, nerde sizde öyle güzel hediye etme alışkanlığı, varsa yoksa incik boncuk biblo kıl tüy, ya hediye beceremiyorsunuz, bari kendimize aldığımız şeyleri kırıp dökmeyin ya hüüüü
-Aaaa, sen ağlıyorsun ya, bir kere bile benim için ağlamadın rakı bardağına ağlıyorsun...???
-Hüüü, ne alakası var yaaaaa hüüüüü...
------------------------------------------------------------------------------------
-Canım çok içtin yeter artık , bu son kadeh olsun...
-Gülünceee, gözleriiiinin içiii gülüyoooorrr....Ne dedin yavrum?
-Çok içtin diyorum çoook.
-Neye göre, kime göre çok içtim?
-Nasıl yani?
-Yani çok içtin diyorsan, bir kıstasın olmalı değil mi, bir mihenk lazım sana, az ve çok kavramları beraber çalışır, ekiptir, Thelma ve Louis gibi, Bonnie ve Clyde gibi ne bileyim Mickey ve Mallory gibi, kimle kıyaslıyorsun sen beni? Eski sevgilinle mi kıyaslıyorsun??
-Ay ne alakası var yaaaa
-O herif zaten liboş gibi bir tipti, ne anlar o içmekten , sen kıyaslayacaksan biraz sonra eve gidince yatakta kıyasla beni.
-Ay sen içince hakkaten iğrenç oluyorsun..
-Buzlu badem ister misin?
-İğrençsin , iğrenç
-Eve gidelim mi?
-Olur
-Sen var ya sen....
-Neee?
-Kendimiiiii seeeenden alaaamıyorum, garson hesapp...
---------------------------------------------------------------------------------------
-Şu herif sana mı bakıyor?
-Hangi herif?
-Şu masada oturan kahverengili.
-Okan arkası dönük adamın nasıl baksın bana...
-Dönüp bakmıştır belki çok mu zor ya dönüp bakmak, bak döneyim bakayım istersen birine.
-Gerek yok ben biliyorum sen her şekilde gayet başarılı bakabiliyorsun, adamcağzın baktığı falan da yok ayrıca , başlama gene , sorun çıkarma..
-Yaaa, ben sorunluyum demek, elin herifi seni gözleriyle soyacak sorun bende çıkacak. Dönüp dönüp bakıyor işte,, Hoooop bilader, alooo
-Ya hayır ya, nolur bak burası nezih bir ortam..
-Tamam işte, biraz eğlence lazım...Hooop, baksana len, bir de bana bak , hep yanımdakine mi bakacaksın hooop.
-Bana mı dediniz beyfendi.
-??????????????? Pardon hamfendi, ben bir tanıdığıma benzettim.
Anaaa, kadın mış len
-Salaksın sen
-Ya öyle saç kesimi hiç yakışmış mı ona allahasen, kesin lezbiyen bu, yanındaki de gay dir kesin.
-Rezilsin sen rezil.
----------------------------------------------------------------------------------------

10.07.2009

Lost hakkında




Bilindiği üzere Lost diye bir dizi var ve dünya olarak bu diziye sarmış bulunmaktayız. Lost seyretmiş olmak ve hatta sonu ile ilgili en azından bir adet senaryo sahibi olmak (sonu hakkında fikri olmayan bir tek dizinin senaristi sanırım) adabı muaşeret kanunlarının arasına girdiği için sağda solda diziyi bilmiyorum , seyretmedim demek kıro muamelesi görmenize yol açacağından abesle iştigaldir efendim.
Ben de bu durumu göz önüne olarak, diziyi baştan sona hatmetmiş birisi olarak, buradan size yardımcı olmayı bir görev bildim. Bu yazıyı okuduktan sonra lost hakkında bir çok bilgiye sahip olacak ve muhabbet geçtiği anlarda omuzlarınızı hafif geriye atıp, kaşınızın birini kaldırıp , tok bir sesle:
-Eee, Hurley az görünmeye başladı, kesin onda düğümlenecek bu olay ..
Deyip bütün ilgiyi üzerinize çekebilecek, ortamın yıldızı olabileceksiniz. Ancak bunun için yazının tamamını sindirerek okumanız gerekmektedir. Zaten lost dizisi de öyle "aman ben oturayım T.V nin başına, keyif yapayım, yayayım bir taraflarımı, açayım bir bira" tarzı bir dizi değildir. Pür dikkat seyredilmesi gereken bir dizidir ki ipin ucunu kaçırdığınız anda kaybolur gidersiniz. Dizinin adı zaten bu yüzden Lost olmuştur...
Şimdi kısaca olaylardan ve kişilerden bahsedelim.
Dizinin konusu:
Lost dizisi , babalar ve çocukları ve onların ilişkileri üzerine bir dizidir. Dizide babasıyla sorunu olmayan yoktur, hatta öz evladını pencereden atana bile rastlanır.
Konuyu anladıysak karakterlere bakalım:
Jack: İlaç mümessili olan Jack, boş zamanlarında babasına işyerinde yardım etmektedir. Son sezona kadar gay olduğundan şüphenilen Jack'in en sonunda şeytanın bacağını kırması ve Kate ile mercimeği fırına vermesi Jack hayranlarını rahatlatmıştır, Kate rahatlamış mıdır bilinmemektedir, çünkü dizide sevişildikten sonra sevişme ile ilgili "güzeldi, neler hissettin, bir daha yapalım mı?" gibi yorumlara yer verilmemektedir, gizem olacak ya illa anasını satayım...
Kate: Çingene kızı olan Kate, gasp ve hırsızlık ile hayatını sürdürmektedir, ancak bir gün kuyumcudan altınları çalmak üzereyken güvenlik kamerasına yakalanır ve tutuklanır.
Hurley: Sayısal lotodan para kazandıktan sonra beyninin trigger kayışını koparmış, şanzımanı dağıtmış ve soluğu akıl hastanesinde almıştır. Libby adında bir kadınla bir şeyler yaşamış ama ne yaşadığını kendisi dahil kimse anlamamıştır.
Benjamin Linus: "The Others" isimli kasabada ihtiyar heyeti azasıdır. Çok pis yalancı birisidir, bu yüzden muhtarlığı kaybetmiştir, sevilen birisi değildir.
Sayid: Egoist herifin teki olan Sayid daha önce İngiliz Hasta filmindeki hatunla gösterdiği performansın aynısını bu dizide Shannon ile göstermiş, saman altından su yürütmeye devam etmiştir. Hintli olmasına rağmen nedense memlekette Iraklı kalmamış gibi bize eski bir Irak askeri diye yutturulmaya çalışılmaktadır. Dizinin aksiyon kısmının büyük bir kısmı bu adamcağızın omuzlarında olmasından dolayı dizi ilerledikçe kamburu çıkmaktadır..
Desmond: Fakir bir genç olan Desmond, zengin bir adamın kızına aşık olmuş, gerekli başlık parasını biriktirebilmek için gurbetçi olmuş, çeşitli işlerde çalışmıştır. Dizide aklı başında olan bir tek o gibi görünmektedir.
Kara Duman: Bundan bahsetmeye gerek yok, Temmuz ayından sonra "dumansız hava sahası" kanunuyla beraber tarih olacaktır nasılsa.
Juliet: Bu hatun durmadan imalı imalı bakmakta, bir Allah'ın kulu da, "yavrum o bakışlar ne" dememektedir. Kendisi kadın doğumcudur, yani hem kadındır hem doğumcudur. Hamama gitse kurnaya , düğüne gitse zurnaya aşık olan tiplerdendir.
Sun ve Jin: Kore artistik patinaj milli takımında yer alan ikili dünya ve olimpiyat rekorlarına sahiptirler. Bütün izleyiceler olarak biz tam Kore'ce öğrenmeye karar vermişken Jin İnglizce öğrenerek bizi külfetten kurtardığı için sempati duyarım kendisine. Fırtınalı bir evlilikleri vardır, fırtına dediğim de kel başlı bir herif olmaktadır.
Walt: Bu çocuk kesin hormonlu, ne biçim büyüdü şerefsiz. Dizinin başında ekmeğe baba s.ke sopa diyen yeni yetme bir sabi iken bluğ çağını atlayıp direk ergen olmuş, oha len dedirtmiştir.
Charlie: Bir kaç sezon önce hakkın rahmetine kavuşmuş Charlie bir pop stardır. Cenazesi öğle namazına müteakip "the others" kasaba mezarlığına defnedilmiştir. Allah'tan rahmet sevenlerine baş sağlığı dileriz. Ölünün arkasından konuşulmaz, bir gün bir şekilde geri gelirse bir kaç lafım olacaktır kendisine.
Bernard-Rose: Dizinin en fantezik çiftidir, interrecial takılan çift, son sezonda millet bir şeyler yapayım diye tırmalarken ormanda bir kulübede zevk ve sefa aleminde basılmış, oha len oha, bu genişlik bu rahatlık ne yuh dememize sebep olmuştur.
Evet, dizideki başlıca karakterler bunlardır. Diziyi seyretmiyorsanız bu verdiğim bilgiler işinize yarayacaktır. Bir dahaki bilgilendirme programına kadar esen kalın efendim.

9.07.2009

Blogger Şablonları Hakkında



Ya bulmakla bitmiyor ki şablon, bak şimdi koyacağım her yeri İngilizce olacak , değiştirmek gerekecek, sonra beğenmediğim yerlerini ekleyip oynamak gerekecek, bir sürü uğraşmak gerekecek. Seçmesi zaten bir dert.
İyi ki kendi hayatlarımızı seçme hakkı tanınmıyor bize, bir şablon için bile aranıp duruyoruz, hepsinde eksik bir şeyler buluyoruz. Seçim yapamama duygusunu bence cehennem ateşi öğelerine eklemek gerek. O ne demek len derseniz bakın uzun uğraşlar sonucunda cehennem ateşinin ateş olmadığına karar verdim. Tam karar vermiştim ki bunu bulanın ben olmadığını öğrendim, tasavvufda var bu, bakın şöyle:
Cehennem ateşi fiziki bünyeye değil ruha tesir eden bir şeymiş efendim. Yani bildiğiniz ateş gibi sizi yakmayacak, sizi bir yere koyacaklar ve içinize bir kaç duygu yerleştirecekler, ve sonsuza kadar o duyguyla yaşamaya mahkum edileceksiniz. O duyguların ne olduğu konusunda çeşitli rivayetler mevcut ama en çok üç tanesinin adı geçiyor.
Birincisi pişmanlık, hani öyle bir şey yaparsın ve hayatın boyunca keşke yapmasaydım dersin her hatırladığında içini kemirir bu duygu, o işte.
İkincisi endişe; bu da yarın ÖSS ye gireceksin gibi düşün ama çalışamadın tam, hani yıllar geçse de rüyalarımıza malzeme olur ya, ünv. finalleri ya da öss ye gireceğizdir ama çalışamadık, o geldi aklıma işte endişe işte anlayın.
Üçüncüsü de özlem, genel de Allah özlemi olarak yorumlanmış, çok sevdiğiniz birine bir daha kavuşamama duygusu.
Normal ateşle cız-bız olacağız diye düşünürdüm ben ve insan her şeye alışır teorisiyle bu konuda rahattım ama olaya bu yönden bakınca hafif tırstım, iyi ki inanmıyorum öyle bir yer olduğuna yoksa halim haraptı, korkutmayın adamı be...
Biz bu konuya nereden geldik ya?? Başlığa bak bahsettiğim şeylere bak. Neyse efendim ben bir şablon seçeceğim bloguma.
Bir de başlıkları böyle hakkında diye yazacağım sanırım hep, yani şimdi öyle bir karar verdim, her an değişebilir, şöyle dediydin niye yapmadın diye gelmeyin. Bu arada ben kimle konuşuyorum bilmiyorum okuyan yok ki bunları...:)

Başlangıç





Her şey bir patlamayla başladı, önce bir baş ağrısı vardı, hatta baştan önce ağrı vardı sanki, geri kalan her şey üzerine inşa edilmişti. Ağrı çok netti, ama geçince unutacağımı bildiğimden nedeni ve kendisiyle pek ilgilenmiyordum. Gülmeye karar verdim, rahatlamaya ve gülmeye, bunu yalnız yapmayacaktım, paylaşmak istedim başkalarıyla. Aklımdakileri ve geçenleri... Hepsini değil tabii ki , insanların hak ettiklerini, görebileceklerini. Gerisi içimde saklı olacak.
Beynimin kustukları gerçek bir kusmuk gibi karışık olacak, beynime aldığım, hazmettiğim şeyleri sıralama olmadan ve kesinlikle düzgünlükten uzak saçabileceğim bir yer olsun istedim.
Belki bu sayede arada bu saplanan baş ağrısından kurtulabilirim, belki bu sayede etrafımdaki insanlar da rahatlar, ne düşünüyorsun demezler, yeter düşünme demezler.
 

Aklıma gelenler blogunda yazılanların gerçek hayattaki kişilerle ve kurumlarla alakası vardır..